Bilim ve edebiyat, alanı toplum olan iki yakın uğraştır. Epidemiyolojik araştırmalarda, mekan, zaman ve kişilerin tanımlanması gerekli koşuldur, çok iyi resmedilmesi gerekir. Toplumsal bir gerçekliği sunan her türlü anlatım için de aynı özellikler geçerlidir. En azından iyi romanların bir bölümünde mekan, zaman ve kişilerin anlatım derinliği o eserin değerini belirler.Epidemiyoloji başta olmak üzere diğer bilim dallarının edebiyatla akrabalığı buradan başlar ve devam eder. Bir bilim insanı, büyük edebiyatçıların eserlerinden beslenerek büyür.
Çoğumuz Yaşar Kemal ile çocuk yaşlarda tanıştık. Geçen hafta kaybettiğimiz büyük yazar Yaşar Kemal’in, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihinde süzdüğüanlatımlarını yakın bulduk. Schiller’in 1795 yılında yaptığı saf (naif) veya duygusal (sentimantelisch) kategorisinde, Yaşar Kemal anlatımı, saf, doğaya yakın, olması gereken bir tarzı temsil ediyordu. Sanki anlatılanları bizler de zaten biliyorduk ama Yaşar Kemal bunları söylediğinde daha bir güven duyuyor, iyi hissediyor, anlatılanı bizim hikayemiz olarak kabul ediyorduk.
“Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır. Yalanın geleneği var, senin doğrunun her gün yeniden yaratılması gerek. Her gün bir şafak çiçeği gibi yeniden açması gerek.”
Bu sözler kimi zaman bizim için teselli oldu. Zor zamanlarımızda bilime sığındık, bilime tutunduk, Galilei’i, Kopernik’i hatırladık ve bir de Yaşar Kemal’in sözleri bize iyi geldi, hah işte evet bu dedik. Özellikle zayıf ve yorgun düştüğümüzde, tıpkı bir aile büyüğünün teselli edici sözleri gibi. Fişek gibi koşan delikanlıları kesmezdi belki bu sözler ama yorulmuş, vurulmuş, umutsuzluğa yaklaşmış, bir soluk almak ihtiyacında olanlara iyi geldi.
“İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır…” demişti.
Gelecek için umut doluyuz, çünkü bilimin ve sanatın kalıcılığından kuşku duymuyoruz.
(Önder Ergönül)